Toplumsal düzeydeki yaşam kurguları ile bireysel ölçekteki yaşam kurguları; birbirini besleyen, içiçeleşen, karşılıklı etkileşim halinde olan ve birbirlerini şekillendiren yaşamlardır. Bireysel ölçekte kurgulanan yaşam tarzlarının önemli bir kısmının yaşama alanı toplumsal alanlar, diğer taraftan toplumsal alan kurgularının aktörleri de bireylerdir. Toplumsal yaşam tarzı kurguları bireysel yaşamları etkileyip şekillendirdiği gibi, bireysel yaşam tarzı kurguları da toplumsal alan yaşamlarını etkileyip şekillendirmektedir. Bireysel alan kurguları ile toplumsal alan kurguları uyuşmadığı/örtüşmediği durumlarda huzursuzlukların ortaya çıkması olasıdır.
Toplumsal ölçekte baktığımızda bir toplumu oluşturan istisnasız bütün sektörel alan (eğitim, sağlık, hukuk, iktisat, maliye, yönetim, bankacılık, miras, inşaat, taşımacılık, eğlence, turizm, sanayi, vs aklınıza ne gelirse) kurguları bir toplumu oluşturan hiyerarşik silsiledeki daha alt birimlere de (sektörler, kent, mahalle, köy, akraba, çekirdek aile ve nihayetinde de birey) sirayet ve nüfuz eder. Bir toplumu ve bu toplumu oluşturan sektörel alanları şekillendiren aktörlerin başında da taktir edersiniz ki “siyaset kurumu” gelmektedir. Özellikle de yüksek düzey siyaset kurumu (high level politics). Siyaset kurumları yukarından aşağıya (top down) toplumsal yaşamları kurgulamada en önemli aktörlerden biridir. Dolayısıyla siyaset kurumlarının dünya görüşleri çok büyük önem arz eder, toplumsal yaşam kurgularının şekillenmesi sürecinde.
Benzer şekilde bireysel ölçekte olaya baktığımızda da düşük düzey politik (low level politics) bir figür olarak öncelikle kendi hinterlandındaki yaşam kurgusunun şekillenmesinde yegâne söz sahibi ve daha sonra da aşağıdan yukarıya doğru (bottom up) gerçekleştirdiği talepler doğrultusunda toplumsal kurguların dönüşmesinde rol sahibi olan bireyler çok büyük değişim ajanıdır kendi ölçeğinde.
Gerek bireysel ve gerekse de toplumsal yaşamlarımızı kurgularken ağırlıklı olarak düşmanlarımız olan nefsimizin (benliğimizin/enaniyetimizin) meşru olmayan istekleri ve şeytanın yönlendirmeleri ile önceliklendirilmiş yaşam biçimleri ve alanları tasarlayıp yaşamaktayız. Yani İslam Dininin gerekleri ile uyuşmayan yaşam tarzları… Maalesef İslam dininin hayat önceliklendirmesinde sonlarda olduğu, en azından birinci sırada olmadığı yaşam kurguları ne yazık ki!
En basitinden yemek yemek namazdan öncelikli hale gelebiliyor ve televizyon izlemek namazın önüne geçebiliyor. Günlük rutinler ve koşuşturmalar ibadetlerin önüne geçebiliyor çoğunlukla. Namaz, “iki dakikada kılıp geliyorum” veya “namazı aradan çıkaralım”a dönüşebiliyor. Başka bir söylem; yaş kemale erince yaparız, hele bir gençliğimizi yaşayalım, gezelim, tozalım, eğlenelim. Hele bir çoluk çocuk büyüsün, eğitimi var, baş göz edelim, emekli olunca hacca giderim. Başka bir örnek, abisi bizimkisi daha çocuk, büyüyünce yapar. Amcası/teyzesi bizim çocuk üniversite sınavına hazırlanıyor, sabahlara kadar çalışıyor, okula gidiyor, kursa gidiyor, özel öğretmen çalıştırıyor. Namaza, ibadete, kısacası kul olmaya vakit bulamıyor. Şu sınavı bir kazansın iyi bir kul olacak inşaAllah. Ey gafil! Yaşam sınavı bitiyor haberimiz yok. Uykuda olan ey insanoğlu (“İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar!” Aclunî, Keşfu’l-hafa, 2/312) gerçek imtihan/sınav elden gidiyor, sonsuz hayat elden gidiyor, telafisi yok. Bu dünyadaki oyuncak sınavların telafisi de var, kazanmazsak da ölmeyiz, Rabbimiz rızıklarımıza kefil olmuş, daha neyin kafasını yaşıyoruz.
Yaşam kurgumuzun ne denli yanlış ve sakat olduğunu somut bir şekilde gözler önüne sermek için verdiğimiz bu örnekler maalesef sayılamayacak kadar çoktur. Bu tür örnekleri kendi yaşantımızda ve çevremizdeki yaşantılarda rahatlıkla görebilmek mümkün.
Peki yaşamlarımızı kurgularken önceliklerimiz ne olmalı? Yaşamlarımızı doğru bir şekilde nasıl kurgulayabiliriz? Doğru ve makbul olan yaşam kurgusu, başka bir ifade ile doğru önceliklendirilmiş yaşam kurgusu, “yaratılış hikmetine ve amacına” uygun yaşamlar tasarlamak ve yaşamaktır.
Bu noktada “yaratılmış olmamızın hikmeti nedir?” sorusu gündeme gelir ki Allah (cc) insanı neden yarattığını [“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” (Zariyat 56)], göklerdeki ve yerdeki nimetleri ademoğlunun hizmetine verdiğini (İbrahim 32, 33; Nahl 12, 13, 14; Hac 36, 37, 65; Ankebut 61; Lokman 20; Casiye 12, 13) Kur’an-ı Kerim’de ayetleriyle bize bildirmektedir.
İmam-ı Rabbani hazretleri “bütün varlıkların hülasası, özü olan insanın; eğlence için, oyun için, yiyip içmek, gezmek, yatmak keyf sürmek için yaratılmadığını, kulluk vazifelerini yapmak için, Rabbine itaat, tevazu, kuvvetsizliğini, ihtiyacını göstermek, Ona sığınmak ve yalvarmak için yaratıldığını” belirtmektedir.
Sahibimiz Yüce Allah (cc) bizi yaratmasının hikmetini/amacını ortaya koymuş: Kulluk etmek. İyi bir kul olmak için de yaşam biçimi ve sistematiği olarak da İslam Dinini uygun görmüş. Bu yaşam biçiminin gereklerini yerine getirebilmek ve bu yaşam tarzını sağlıklı bir şekilde yaşamak için de Kur’an-ı Kerimi ve Peygamberi göndermiş. Kurallar belli, Rehber de var. Gerek bireysel ve gerekse de toplumsal aktörler olarak yapmamız gereken, bizlere düşen şey aslında çok basit: İyi bir “kul olmak.”
İyi bir “kul olmak” veya “kulluk etmek”, Yaratıcımız yüce Allah’ın koyduğu kurallar çerçevesinde bir yaşam kurgulamak ve yaşamak ile mümkündür. Başka bir ifade ile esas ve doğru olan, Rabbimizin kelamı yaşam rehberimiz Kur’an-ı Kerim ve Önderimiz Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (sav) Sünnet-i Seniyyesi ışığında, yaratılış hikmetine ve amacına uygun yaşamlar tasarlamak ve yaşamaktır.
Ancak yukarıda satır aralarında da işaret edildiği üzere ne yazık ki ağırlıklı olarak kendilerini Müslüman olarak addeden bireylerin ve/veya toplumların çoğu; maalesef İslam Dininin kuralları ve gerekleri ile uyuşmayan, nefislerin ve şeytanların rehberlik ettiği bireysel ve toplumsal yaşamlar kurgulayarak hayatlar sürmeye çalışmaktadır.
Hal böyle olunca fıtrata, yaratılış gayesine, hikmetine ve amacına uygun olmayan ve de hizmet etmeyen bir yaşam önceliklendirmesi içerisinde insanoğlu debelenip durmaktadır: Daha çok para kazanayım, daha çok evim, arsam, yatım, katım, arabam, makam vs olsun… Bu minvalde kurgulanmış bir yaşantının sonucunda da ahiret trenini kaçırıyoruz maalesef.
Yaşamların kurgulanması yanlış olunca yaşanılan hayatlar da yanlış olmakta, bunun sonucu olarak da ne bu dünyada huzur, sağlık, mutluluk olmakta ve ne de ebedi yaşamda kurtuluş vesilesi olmakta.
Bir bireyin, ailenin, mahallenin dolayısıyla bir toplumun topyekûn yaşam kurgusu Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye ışığında şekillenip İslami olmadığı sürece dört dörtlük bir yaşam sürmek ne bu geçici handa ne de ebedi yurt hayatında mümkün değildir.
Hakikat şudur ki, gerçek ve makbul olan yaşam biçimi İslam Dininin ta kendisidir. Yaşam kurgusu İslami olmayan yaşamlar (ister bireysel isterse de toplumsal ölçekte olsun), sahte ve beyhude yaşamlardır.
[Atıf: Yıldırım HH. (2020). Gerek Toplumsal Gerekse De Bireysel Yaşam Kurgumuz İslami Değil! Tıbb-ı Nebevi Merkezi (www.tibbinebevimerkezi.com, 06.06.2020)].